26 Şubat 2014 Çarşamba

Epilepsi ve Dostoyevski

(Önceden belirttiğim gibi, epilepsi hastası olan Dostoyevski hakkında bir arkadaşımdan kısa bir yazı yazmasını istemiştim. Sadece kısa bir yazı değil aynı zamanda "güzel" bir yazı yazmış. Kendisine buradan da teşekkürlerimi sunuyorum ve yazısını paylaşıyorum...)
  
Ünlü yazar Herman Hesse “Dostoyevski’yi ne zaman okumalıyız” sorusuna yanıt olabilecek şekilde şöyle bir tespitte bulunur: "Ancak tükenmişsek artık, acı çekme yetimizin sonuna değin acı çekmişsek ve yaşamın bütününü kor gibi yakan tek bir yara olarak duyumsuyorsak, eğer çaresizlik soluyorsak ve umutsuzluğun ölümlerini ölmüşsek işte o zaman okumalıyız Dostoyevski'yi.”

Hesse’nin bu sözleri ‘Dostoyevski’yi ne zaman okumalıyız’dan çok ‘Dostoyevski’yi niçin okumalıyız’ sorusuna bir yanıt gibidir. İnsan böyle bir sonuca Dostoyevski’yi okumadan önce değil belki ama okuduktan sonra varabilir. Çünkü Dostoyevski’nin çoğu kahramanı o umutsuzlukların ölümünü ölmüş, umuda olan tüm inancını yitirmiş, hatta umudun varlığına hiç inanmamış, yaşamın ve ölümün kıyısında kimselerdir. Dostoyevski’nin romanlarında belki de bu yüzden intihar çokça ele alınır. 

Dostoyevski; kaleme aldığı insanlık durumlarının, kahramanı olarak seçtiği insan tiplerinin en uç davranışlarını, sahip olabilecekleri en abartılı zaafları anlatır. Ustalığı da bu sefil yaşamları olabilecek en sıradan, en doğal şeyler gibi anlatma becerisindedir. Dostoyevski kahramanlarının davranışlarındaki bu tutarsızlıklar, kişiliklerinde barındırdıkları tüm çelişkiler ve zayıflıklar birçok sıradan insanda da bir bir ortaya çıkar.

1821’de Moskova’da dünyaya gelen Dostoyevski’nin çocukluğu sert, acımasız ve çoğunlukla sarhoş bir baba ve ezilen bir anne, uşaklar ve köylüler arasında geçmiştir. Merhametli ve duygusal bir çocuk olan Dostoyevski babasından hayatı boyunca nefret etmiş, kitaplarında bahsettiği gibi babasını öldürme isteği de duymuştur. Babasının muhtemelen köylüler tarafından öldürülmesinden sonra Dostoyevski büyük bir suçluluk duygusuna kapılmıştır. Dostoyevski’nin epilepsi hastalığı ve ilki Petersburg’da sokaktan geçen bir cenaze alayını gördüğü zaman geçirdiği epilepsi nöbetleri bu zor çocukluğuna bağlanır.

Dostoyevski “Budala” romanında epilepsi nöbetini şöyle anlatır: “O anda aklına gelen şeylerden biri de sara bunalımlarıydı. Eğer sara nöbeti uyanıkken gelmişse, nöbetin başlamasından biraz önce, içini kaplayan sıkıntının, tedirginliğin, bunaltının arasında zihni bir anlık silkinmelerle canlanır, içinde büyük bir yaşama isteği belirirdi. Bir şimek gibi parlayıp sönen bu kısacık sürede yaşadığını hissetmesi, varolduğunun bilincine ermesi on kat artardı. Bütün benliği pırıl pırıl aydınlanırken heyecanı, kuşkuları, tedirginliği yatışır; içini sevinç dolu bir huzur kaplardı. (...) Fakat bu anlar, bu coşkunluk, sara nöbetinden önceki son saniyenin (hiçbir zaman bir saniyeden fazla sürmezdi) sadece bir önsezisi gibiydi. Ama dayanılmaz bir saniyeydi bu. Sonra kendine gelip de bu saniyeyi düşündüğü zaman şöyle söylerdi: “Çevremdekilerin ve kendimin bilincine varmadaki bu netlik, yani ‘başımın göklerde oluşu’ bir hastalıktan, normalin çarpıtılmasından başka bir şey olamaz. Öyleyse bu durum yaşamın doruğu değil, belki de uçurumun dibi sayılmalı.” Böyle düşünmekle birlikte sonunda şu çelişik sonuca varırdı: “Kendime geldikten sonra anımsayıp gözümün önüne getirebildiğim o bunalım öncesi an madem bu kadar tatlı, hoş; madem bu an bana daha önceden tatmadığım, hatta aklıma getirmediğim doygunluk, çevreyle uyumluluk, huzur duygusu veriyor; içimi derin bir yaşama umuduyla birlikte ibadet coşkunluğuyla dolduruyor; öyleyse bunun bir hastalık, anormal bir gerginlik olmasının ne önemi var.”

Bu anlatıma göre Dostoyevski, “Budala”daki Prens Mişkin karakterinin sara nöbetinde hem ruhunun en aydınlık yanını, hem de en karanlık yanını görmektedir. Bu durum hem umudu, hem umutsuzluğu aynı anda barındırma çelişkisi olarak nitelendirilebilir. Burada Dostoyevski bu çelişkiyi sara nöbetine bağlar. 

Dostoyevski ve epilepsi hastalığını ele alan başka bir yazıya göre; “Dostoyevski'nin yaşamını etkileyen en önemli olaylardan biri de sık sık geçirdiği, kimilerine göre epilepsi (sara) kimilerine göre Histeri nevrozudur (ya da her ikisidir). Bu nöbetlerin nedenini, idam mahkumiyeti, sürgün, çocuğunun ölümüne bağlayanlar vardır. Esasen epilepsiyi psikolojik şoklarla açıklama olanağı yoktur. Olsa olsa bu şoklar epilepsiyi ortaya çıkarabilir. Ancak yazarda histeri hastalığı varsa bu, aşırı baba baskısı ya da psikolojik şoklarla açıklanabilir. Dostoyevski'nin yaşam öyküsü ile yapıtları arasında büyük bir benzerlik vardır. Başka bir deyişle yapıtları, yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Örneğin babasını öldürme dürtüsü "Karamazof kardeşler", cezaevi ve Sibirya sürgünü, "Suç ve Ceza", kızının ölümü ile kendini kumara vermesi "Kumarbaz" romanını oluşturmuştur. (1)

James L. Foy &Stephen J. Rojcewicz tarafından kaleme alınan “Dostoyevski  ve İntihar” başlıklı makaleye göre ise; “Dostoyevski yazınında 17 karakterden fazlası kendini öldürmüş, diğerleri de intiharı tasarlamış ya da intihara yeltenmiştir. Bunlardan bazıları, intiharları dolayımlı yollardan verilmiş ana karakterlerdir. Diğerleri, intiharları bazen romanın gelişimi açısından zorunlu, ya da aksiyonun en dış halkasını oluşturan minör karakterlerdir. Dostoyevski’nin intiharı betimlemedeki dehası, ne intiharı gelişkin bir edebi anlatımla sunarak ne de edebi geleneği altüst ederek olmaktadır. Daha çok insanın durumunun derin ve bütünsel bir kavrayışı nedeniyledir.”

Aynı makaleye göre Dostoyevski; Petersburg kenar mahallelerinin yoksulluğunu, gizli bir devrimci grubun gayretliliğini, sara hastalığının yarattığı keskin duygulanımları yaşamış, idama mahkum olmuş ve Sibirya’da uzun yıllar kalmıştır. Kumar kayıplarının umutsuzluğunu ve nihayet başarının doyumunu tatmıştır. Tüm bu deneyimlerinden sonra, Dostoyevski’nin yazdıklarında yer alan intihar olgusunun temelinde, ondaki intihar eğilimlerini anlamak sürpriz olmayacaktır. (2)

Yine “Budala”daki kendi intihar mektubunu etrafındakilere kendisi okuyan, ancak intihar girişimi başarısızlıkla sonuçlanan İppolit karakteridir. Üç haftalık ömrü kaldığını öğrenen İppolit, bir makale ya da açıklama gibi okuduğu intihar notunda şöyle der: “Doğmamak elimde olsaydı herhalde bu gülünç koşullarda dünyaya gelmeyi kabul etmezdim. Gerçi reddettiğim yaşamın günleri sayılı ama hiç olmazsa ölmek kendi elimde... Elimden gelen bu kadar, başkaldırmışım ne  çıkar! (...)  Yaşam üç haftalık hükmüyle elimi kolumu kıskıvrak bağladığına göre, bana yapacak tek şey kalıyor, o da intihar. Kendi gücümle başlayıp bitirebildiğim tek iş bu. Kimbilir, belki ben de bir işte akla gelebilecek son olasılıktan yararlanmak istiyorum. Bazen başkaldırma da önemli bir iştir...”

René Wellek,  “Dostoyevski Eleştirisinin Tarihsel Seyri” yazısında; Freud‘un Dostoyevski’nin sara hastalığını ve kumar tutkusunu, Oedipus kompleksiyle ilintilendirdiği bir yazı kaleme aldığından, Freud’un, yazısının ana ekseninin, babasının öldürülmesinden ötürü Dostoyevski’nin yaşadığı travmayla Karamazov Kardeşler’in merkezi teması olan baba katilliğinin kesiştiği varsayımına oturtmasından bahseder. Wellek’e göreyse, Dostoyevski’nin sara nöbetlerinin kronolojisi karanlıkta kaldığı gibi babasının öldürülmesinden ötürü suçluluk duygusuna kapıldığını kanıtlayan veya ima eden herhangi bir veri yoktur. Dostoyevski için baba katilliği, toplumsal yozlaşmanın semptomlarındandır.(3)

Bugünün bazı hekimleri Dostoyevski’nin kendi hastaları olması halinde onu iyileştirmek istemeyebileceklerini, sağlıklı ama, ortalama kabiliyetli bir insan için bir edebiyat devini yere seremeyeceklerini söylemekteler. Dostoyevski epilepsi hastası olmasaydı, bir “Budala” literatüre girmeyecek, ya da Raskolnikov olmayacaktı. (4)

Son olarak, Dostoyeski’deki intihar olgusu yazınından çok –yazınına da yansıyan- yaşamına ve kişiliğine bağlanabilir. Acımasız bir babanın merhametli çocuğu, babasının ezdiği annesi ve köylülerin yükünü “babasının ölümünü istemekle” üstlenen, sonrasında kumar tutkusuna ve babasına benzeme korkusuna kapılan, idam mangasının karşısına çıkıp idam hükmü yüzüne okunduktan sonra affedildiği bildirilen, üstelik sara hastası olan bu yazarın tüm bu yaşadıklarının sonucunda ölüme bu kadar yakın durmasının haklı nedenleri bulunabilir (P.Ö.).

Kaynaklar:
(1)    http://www.kesfetkendini.com/News/kisilik/epileptikkisilik-12381/
(2)  James L. Foy & Stephen J. Rojcewicz, Dostoyevski ve İntihar, Şizofrengi Kitabı, Çev: Yağmur Taylan, Kavram Yayınevi, Mart 1996
(3)    http://www.notosoloji.com/dostoyevski-elestirisinin-tarihsel-seyri-rene-wellek/
(4)    http://www.edubilim.com/forum/deha_ve_epileptik_kisilik-t6122.0.html

20 Şubat 2014 Perşembe

Epilepsi ve İntihar Eğilimi


Aslında "intihar" olgusunu ileride daha detaylıca incelemek istiyorum. Çok zor ve geniş bir konu olsa da yıllardır hep ilgimi çektiğinden bu konuda da biraz araştırma yaptıktan sonra bir şeyler yazmak istiyorum. Ancak bu ayın konusu epilepsi olduğundan şimdilik en azından epilepsi ile intihar eğilimi hakkında okuduklarımı buradan paylaşacağım.
Öncelikle konuyla ilgili olarak Dr. Andres M. Kanner tarafından kaleme alınan "Suicidality and Epilepsy: A Complex Relationship that Remains Misunderstood and Underestimated - İntihar Eğilimi ve Epilepsi: Yanlış Anlaşılmış ve Eksik Değerlendirilmiş Karmaşık Bir İlişki" başlıklı makaleyi okudum. Makalede; epilepsi hastalarında intihar eğiliminin görülme sıklığının genel nüfusa göre daha yaygın olduğundan bahsedilmekte ve bu konuda yapılan araştırmalara yer verilmektedir. Örneğin bu konuda yapılmış olan 21 adet araştırmanın sonuçlarına göre; kronik epilepsi hastalarında ölümlerin ortalama % 11,5'inin intihar ile bağlantılı olduğu vurgulanmaktadır. Ancak söz konusu makalede farklı bir noktaya da değinilmektedir. Başka bir araştırma sonucuna göre, epilepsi ile intihar arasında iki yönlü bir ilişki bulunduğu ve intihar eğilimi gösteren kişilerde epilepsinin gelişme riskinin genel nüfusa oranla 5 kat daha fazla olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca başka bir araştırmada, epilepsiye eşlik eden psikiyatrik bir bozukluk olması durumunda intihar riskinin yaklaşık 14 kat arttığı gözlemlenmiştir. 
Diğer taraftan aynı makalde, epilepsinin türlerine göre de intihar eğiliminin farklılık gösterdiği, örneğin temporal lob epilepsisinde risk artışının 6-25 kat daha fazla olduğu belirtilmektedir. Temporal lob epilepsisi ile ilgili olarak tıbbi terimlere girmeden kısaca şunları söyleyebilirim: Temporal lob epilepsisinde nöbet sırasında otomatize hareketler, görsel ve işitsel halüsinasyonlar, koku halüsinasyonları, nesnelerin boyutlarını değişmiş gibi görme, tanıdıklık - deja vu veya yabancılık - jamais vu illüzyonları gözlenebilmektedir. Hastalar bazen kendi bedenlerinin dışına çıktıklarını veya kendilerine tepeden bakıyormuş gibi hissettiklerini bildirirmişlerdir. Dostoyevski, Edgar Allen Poe ve “Alice Harikalar Diyarı”nın da yazarı olan ünlü matematikçi Lewis Carroll’un da bu hastalıktan muzdarip oldukları belirtilmektedir.
(Alıntı: https://eksisozluk.com/temporal-lob-epilepsisi--1302340 - "klios" ve "emuncipation" adlı kullanıcılar tarafından yazılanlar)
Benzer şekilde, Eylem Şahin Cankurtaran, Berna Uluğ ve Serap Saygı tarafından kaleme alınan "Epilepsiye Eşlik Eden Psikiyatrik Bozukluklar" isimli makalede; hem epilepsi hastalarında genel topluma göre psikiyatrik hastalıkların daha sık görüldüğü hem de psikiyatrik hastalarda epilepsi görülme oranlarının genel topluma göre daha yüksek olduğu belirtilmektedir. Ayrıca, epilepsi hastalarında intihar girişiminin genel topluma göre 4-10 kat daha fazla görüldüğü ve özellikle temporal lob epilepsisinde görülen iktal depresyonun (epilepsi nöbeti sırasında oluşan depresyon) bir belirtisi olarak intihar girişimlerinin meydana gelebileceği ifade edilmektedir. İntihar oranlarının toplumda % 1,4, epilepsi hastalarında ise % 13,2’lere kadar çıktığını bildiren analizlerin olduğu ve intihar eğiliminin erkek hastalarda daha sık görüldüğü de vurgulanmaktadır.
Anılan makalenin sonuç kısmını buraya aynen aktarmanın faydalı olacağını düşünüyorum:
"Sık görülen bir nörolojik hastalık olan epilepside görülen psikiyatrik hastalıklar, genel topluma göre daha fazla sıklıktadır. Epilepsi hastalarındaki depresyon belirtilerinin pratisyen hekimlerce % 50, genel hastanelerde ise % 30-70 oranında farkedilmediği görülmüştür. Epilepside depresyon tanısı koymada karşılaşılan sorunlardan ilki, bu hastaların kronik bir hastalıklarının olması nedeniyle tedavi ekibinin depresyon belirtilerini hastalığa bağlı bir uyum sorunu olarak düşünüp önemsememeleri ve dolayısıyla sormamaları; ikincisi ise depresyon tanısı için geliştirilen değerlendirme ölçeklerinin epilepsi hastaları için uygun olmamasıdır. Epilepsili hastalardaki psikiyatrik belirtilerin dikkatlice sorgulanması bu hastalarda sık görülme olasılığı olan depresyon, anksiyete bozukluğu gibi hastalıkların ve yüksek intihar riskinin gözden kaçmasını engelleyecektir. Epilepsi ve psikiyatrik hastalıklar arasındaki ilişkileri araştıran daha fazla sayıda çalışmanın yapılmasına ihtiyaç vardır."

Kaynaklar:

9 Şubat 2014 Pazar

Epilepsi Hastası Olan Ünlü İsimler

Epilepsi, dünya nüfusunun yaklaşık % 1’ini etkilemektedir. Dolayısıyla epilepsi hastası olan ünlü kişlerin sayısı oldukça fazladır. Uzun zaman önce yaşamış tarihi kişilerin epilepsi hastası olduğuna ilişkin kesin kanıtlar bulunmasa da aşağıda belirtilen isimlerin epilepsi olduğu ya da bazı başka rahatsızlıklarından dolayı epilepsi nöbetleri geçirdikleri belirtilmektedir. Prof. John Hughes’un “Epilepsy & Behavior” makalesinde epilepsi hastası olan ünlü isimler belli kategorilere bölünerek verilmektedir.
Dünya Liderleri:
  • Julius Sezar
  • Büyük İskender
  • Çar I. Petro (Deli Petro)
  • Avusturya Kralı V. Charles
  • İngiltere Kralı V. George’un en küçük oğlu Prens John
  • Napolean Bonaparte
  • Papa IX. Pius
  • George Washington’ın üvey kızı Martha Parke Custis
  • ABD’nin Dördüncü Başkanı James Madison
  • Vladimir Lenin
  • ABD Massachusetts Eyaleti Senatörü Ted Kennedy
  • ABD Yüksek Mahkemesi Başkanı John Roberts
Yazar ve Sanatçılar:
  • Fyodor Mikhailovich Dostoyevsky
  • Lev Nikolayevich Tolstoy
  • Vincent van Gogh
  • Gustav Flaubert
  • Lord Byron
Oyuncular:
  • Yedi kez Oscar’a aday olan ancak ödül kazanamayan Richard Burton
  • Komedi oyuncusu Bud Abbott
  • New York’ta Beş Minare filminde de oynamış aktör ve aktivist Danny Glover
  • Matrix’in Ajan Smith’i, Yüzüklerin Efendisi’ndeki Elrond ve V For Vandetta’nın V’si Hugo Weaving
  • Ernest Hemingway’in torunu manken ve oyuncu Margot Hemingway
Sporcular:
  • 100 metre ve 200 metre dünya rekorlarının sahibi Florence Griffith Joyner (Flo-Jo)
  • Amerikan Futbolu oyuncuları Samari Rolle, Jason Snelling ve Alan Faneca
  • ABD’li buz hokeyi oyuncusu Chanda Gunn
  • Eski bir NBA oyuncusu Bobby Jones
Diğer Ünlü İsimler:
  • Alfred Nobel
  • Peter Tchaikovsky
  • Truman Capote
  • Engelli Amerikalılar Yasası’nın hazırlanmasında rol almış olan ABD’li Konger Üyesi Tony Coelho
  • Kanadalı müzisyen Neil Young
  • ABD’li müzisyen Prince
  • DJ Hapa 
  • John Travolta’nın 16 yaşında ölen oğlu Jett Travolta
Farklı kaynaklarda da yukarıda sayılanlar dışında birçok epilepsi hastası olduğu belirtilmektedir. Örneğin; Isaac Newton, Stephen Hawking, Leonardo da Vinci, Christy Brown, Dante, Agatha Christie, Charles Dickens, Socrates, Aristoteles, Edgar Allen Poe, Niccolo Paganini, Jean-Jacques Rousseau, Blaise Pascal, Molière, Michelangelo
Bu ayki yazılarımda yukarıda adı geçen kişilerden birkaçını kısaca anlatmayı düşünüyorum. Dostoyevski ile ilgili yazması için bir arkadaşımdan söz aldım. Kendisi edebiyatla yakından ilgili olduğu için güzel ve ilginç bir yazı olacağından eminim. Ben de elimden geldiğince diğer isimlerden birkaçı hakkında bulduklarımı derlemeye çalışacağım.

1 Şubat 2014 Cumartesi

Epilepsi ve Yabancı El Sendromu

Epilepsi Hakkında Genel Bilgi
Sanırım en fazla 10-11 yaşlarındaydım. Otobüs durağında annemle birlikte beklerken bir adamın aniden yere düşerek titremeye başladığını görmüştüm. Çok korkmuştum, ancak etrafta bunun çok normal bir durum olduğunu düşünen insanlar vardı. İçlerinden birisi “ceplerine bakın, kesin soğan vardır” diye sesleniyordu. Soğan kokusunun hastanın geçirdiği nöbeti atlatmaya yardımcı olduğunu söylemişti. Bir diğeri ise yerde ağzından köpükler gelen adamın başını yan tutup ağzının açık kalması için uğraşıyordu. Daha sonra bunu kendi dilini ısırmaması veya dilini yutup boğulmaması için yaptığını öğrenecektim. Soğan meselesine gelirsek, yaptığım araştırmada kolonya ve soğan koklatmanın hastanın yararına olmadığını öğrendim.
Öncelikle kendimin de anlayacağı basitlikte fazla tıbbi terimlere girmeden epilepsinin genel olarak nasıl bir hastalık olduğuna bakalım.
Epilepsi (Sara) beyin içinde bulunan sinir hücrelerinin olağan dışı bir elektro-kimyasal boşalma yapması sonucu ortaya çıkan nörolojik bozukluk, hastalıktır. Hastada klinik olarak belli bir süreyle sınırlı, bilinç, davranış, duygu, hareket veya algılama fonksiyonlarına ilişkin bozukluk görülmektedir. Epilepsi hastalığına yol açan farklı nedenler vardır. Bunlardan bazıları; beyin tümörü, beyne kan veya oksijen gitmemesi, gebelikte annenin ilaç ve alkol kullanımı, enfeksiyon ve tiroid hastalıklarıdır. Ayrıca epilepsi genetik olarak da ortaya çıkabilmektedir.
Epilepsinin belirtileri kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Bazı belirtiler şunlardır; bilinç kaybı, bayılma, titreme, halüsinasyon, uzaklara dalma, nefes darlığı, tükürük salgılanması, dokularda ve yüzde morarma, idrar kaçırma, kriz sonrası şaşkınlık, uyku hali, korku.
Epilepsinin en önemli tedavi şekli ilaç tedavisidir. Epilepside kullanılan ilaçlar beyin hücrelerinin aşırı uyarılma durumununa baskı uygulayarak nöbetlerin oluşunu engeller. Bu ilaçlar her gün, önerilen dozda ve saatlerde çok düzgün bir şekilde kullanılmalıdır. Kullanılan ilaçlar hastalığı tamamıyla geçirmez ama nöbetleri engeller veya sayısını azaltır.
Ayrıca, ilaçlara yanıt vermeyen hastalarda cerrahi müdahale de uygulanabilmektedir. Ameliyat sırasında nöbetlere neden olan beyin bölgesi çok incelikli bir şekilde alınır. Tedaviden sonra hastaların % 90'ı göze batacak şekilde gelişme göstermektedir. Epilepsi hastalarına uygulanan bir diğer cerrahi tedavi yöntemi de ayrık beyin ameliyatı da denilen corpus callosumun kesilmesi işlemidir. Fakat bu işlem birçok disfonksiyona neden olduğundan pek fazla tercih edilmemektedir. 1990'lı yıllarda nöbetleri kontrol etmenin güç olduğu durumlarda, diğer bir seçenek olarak yeni bir tedavi yöntemi bulunmuştur. Bu yeni yöntemde, boynun yan tarafında uzanan vagus siniri aracılığı ile beyne uyarılar gönderilir.
Epilepsi nöbeti geçiren kişiye yapılacak ilkyardım da şu şekilde olmalıdır:
  • Kişi güvenli bir yere yatırılır. Etrafındaki eşyalar çarpma tehlikesine karşı uzaklaştırılır.
  • Başı yere çarpmasın diye el yardımıyla desteklenir.
  • Kesinlikle soğan, kolonya gibi şeyler koklatılmaz.
  • Kişinin hareketleri durdurulmaya çalışılmamalıdır. Bilinçsiz yapıldığından ne kadar uğraşılsa da bir yararı olmayacaktır.
  • Üzerindeki sıkı giysiler gevşetilir, çıkarılır.
  • Ayıltmak için uğraşmanıza gerek yoktur. Kişi yavaş yavaş kendine gelir.
  • Kişi kendine geldikten sonra yorgunluk, geçici olarak bilinç kaybı, sersemlik olabilir. Bu yüzden bir süre dinlendirilmelidir. Kendine geldikten sonra hastaneye götürülmelidir.
  • Kişi dişlerini sıkıyorsa ağzına elinizi kesinlikle uzatmayınız sert ve temiz bir cisimle dilinin solunum yolunu tıkamasını önleyiniz.
Kaynaklar:

Epilepsi hastalığı ile ilgili topladığım kısa bilgilerden sonra benim asıl merak ettiğim konuya yani “yabancı el veya sol el sendromu” şeklinde adlandırılan ve epilepsinin cerrahi tedavisi yöntemlerinden biri sonucu oluşan probleme bakalım.
Yabancı El Sendromu (Alien Hand Syndrome)
Epilepsinin cerrahi tedavilerinden birisi olan ve yukarıda bahsedilen corpus callosumun kesilmesi sonrası ortaya çıkan nörolojik bir hastalıktır. Elbette bu hastalık beyin ameliyatları, inme ve enfeksiyonlar sonucu da oluşabilmektedir. Sonuçta beynin iki lobunun arasındaki bilgi akışını sağlayan sinirlerden oluşan bir yapı olan corpus callosum kesildiğinde, kişinin bir eli farklı bir bilinçteymiş gibi istem dışında davranış göstermektedir. Bilincin nasıl tanımlanması gerektiği konusunda, biyoloji ile ilgili bir forum sitesinde Cenk Önsoy şu ifadeleri kullanmıştır:
“…Bu durumda beynin iki yarımküresinin aktif iletişimi kesilir ve bunun sonucunda beynin iki yarımküresinden biri kişinin kendi kontrolünde, diğeri ise “bilinçsiz” olarak çalışır. Bu durum, beynimizi kontrol eden bir “ruh” ya da doğaüstü herhangi bir kontrol mekanizması olmadığını, tamamen sinir ağından oluşan büyük bir organ olan beynimizin bahsedilen tip sorunlar sonucunda basit bir şekilde kontrolü yitirebileceğini göstermektedir. Beyin, organize olarak çalışan sinirler ağıdır ve iletişimi kestiğiniz anda çalışmaya devam edecek; ancak diğer bölgelerle iletişim kuramayacağı için bu tip sorunlar çıkaracaktır. Dolayısıyla beyinde aslında total bir “bilinç” bulunmaz; dolayısıyla insanın da aslında bir “bilinci” yoktur. Sadece beynin bir bütün olarak çalışması, bizim bir bilincimiz varmış gibi hareket etmemize sebep olur…” (Tam metin için http://www.biyolojigunlugu.com/forum/alien-hand-syndrome-yabanci-el-sendromu-t1589.0.html)
Yabancı el sendromu tıp literatürüne ilk kez Alman nöropsikiyatri uzmanı Kurt Goldstein tarafından 1908 yılında yayınlanan bir rapor ile girmiştir. Raporda felç sebebiyle sol tarafı tutmayan bir hastadan bahsedilmektedir. Hastanın zaman içerisinde sol tarafı kısmen iyileşse de sol kolu farklı bir insanınmış gibi bağımsız hareket etmektedir (Kaynak: http://en.wikipedia.org/wiki/Alien_hand_syndrome).
Peki beynin iki lobu arasındaki sinirleri kesince neden özellikle de sol el ile ilgili bir sorun ortaya çıkıyor? Okuduklarımdan anladığımı kısaca aktarmaya çalışayım. Beynimizin sol lobu sağ tarafımızı, sağ lobu da sol tarafımızı yönetmektedir. Bunu biliyordum ancak belki çoğunuzun bildiği ama benim yeni öğrendiğim şey ise beynin sol lobunun aynı zamanda konuşma becerimizi kontrol ettiği. Sol lob mantık ile çalışırken sağ lob duygular ve hayallerin etkisi altındadır. İnsanların yaratıcılık ve üretkenlik özellikleri sağ lobun fonksiyonları arasındadır (Detaylı bilgi için: http://www.memorytr.com/beynin-islevleri/).
Sonuç olarak sağ lob ile sol lobun iletişimi kesildiğinde sol tarafımız sanki farklı bir bilinçle hareket etmeye başlıyor. Örneğin; sağ eliyle bir kitabın sayfasını açmaya çalışan kişinin sol eli kitabı kapatmaya çalışıyor. Hatta sol elinin kendisini boğmaya çalıştığını söyleyen hastalar var. Sağ lob duygusal fonksiyonları yerine getirdiğinden, hastaların depresif olmaları durumunda ölmeyi isteyen sol tarafın bunu gerçekleştirmek için kendi (!) boğazını sıkmaya başladığı vakalar mevcut.
Konunun tıbbi yanını bir tarafa bırakırsak bir de felsefi tarafı var. Sanki yabancı el sendromunun olduğu kişilerin beyinleri ikiye bölünmüş ve iki ayrı kişi olmuştur. Ya da haerkes zaten iki ayrı kişi olarak dünyaya gelmekte ancak sağ ve sol loblar birbiriyle uyumlu çalıştığı için bu iki ayrı kişi birbiriyle sorun yaşamıyor ve ortak kararlar alıyorlar. Evet biraz saçma geliyor ama okuduklarım beni gerçekten şaşırttı. Çünkü burada olan şey sol elin rastgele amaçsız hareket etmesi değil. Eğer böyle olsaydı istem dışı kontrol edilemeyen hareketlerde bulunuyor der geçerdim. Ancak sol el ayrı bir bilinçte farklı bir kişiymişçesine hareket ediyor ve sorulan sorulara farklı cevaplar veriyor. Cevap veriyor derken, elbette sağ lob konuşma yerine görsel fonksiyonları kontrol ettiğinden sorulan soruların cevaplarının yazılı olduğu kağıtları gösteriyor.
O zaman biraz daha uçalım. Beynimizde farklı bilinçte iki farklı kişinin olduğunu varsayalım. Sağ lob duygularımızı kontrol ettiğine göre birisine aşık olan da sağ lob oluyor. Elbette sol lobun da mantık çerçevesinde, aşık olduğumuz kişiyi kabul etmesi durumunda “gerçek aşk” tam karşımızda duruyor demektir. Peki şimdi o kişinin bizi terk ettiğini ve ne yazık ki ülkemizde sık sık yaşandığı gibi bizim de bu terk edilişi hazmedemeyip o “gerçek aşk” ile bağlandığımız kişiyi öldürdüğümüzü düşünelim. Suçlu kim? Sağ lob. O zaman hapse de o gitmeli. Sol lobun ne günahı var ki? Aslında tam olarak böyle düşünemeyiz. Çünkü sol lobun sağ lob üzerinde bir denetim kurması gerekmektedir. Yani insanlar sağ lob yüzünden hatalar yaptıklarında günahın bir kısmı da onu baskılamayı başaramayan sol lobta. Cevap; müteselsilen sorumluluk.
Bu konudaki düşüncelerimi aktarırken yararlandığım internet adresini veriyorum. Zaten çok uzun bir yazı değil, hepsini okumanızı tavsiye ederim. Özellikle yazının sonundaki videoyu da mutlaka izleyin. Yazarının kalemine sağlık...