(Önceden belirttiğim gibi, epilepsi hastası olan Dostoyevski hakkında bir arkadaşımdan kısa bir yazı yazmasını istemiştim. Sadece kısa bir yazı değil aynı zamanda "güzel" bir yazı yazmış. Kendisine buradan da teşekkürlerimi sunuyorum ve yazısını paylaşıyorum...)
Ünlü yazar Herman
Hesse “Dostoyevski’yi ne zaman okumalıyız” sorusuna yanıt olabilecek şekilde şöyle bir tespitte bulunur: "Ancak tükenmişsek
artık, acı çekme yetimizin sonuna değin acı çekmişsek ve yaşamın bütününü kor
gibi yakan tek bir yara olarak duyumsuyorsak, eğer çaresizlik soluyorsak ve
umutsuzluğun ölümlerini ölmüşsek işte o zaman okumalıyız Dostoyevski'yi.”
Hesse’nin bu
sözleri ‘Dostoyevski’yi ne zaman okumalıyız’dan çok ‘Dostoyevski’yi niçin
okumalıyız’ sorusuna bir yanıt gibidir. İnsan böyle bir sonuca Dostoyevski’yi
okumadan önce değil belki ama okuduktan sonra varabilir. Çünkü Dostoyevski’nin
çoğu kahramanı o umutsuzlukların ölümünü ölmüş, umuda olan tüm inancını
yitirmiş, hatta umudun varlığına hiç inanmamış, yaşamın ve ölümün kıyısında
kimselerdir. Dostoyevski’nin romanlarında belki de bu yüzden intihar çokça ele
alınır.
Dostoyevski;
kaleme aldığı insanlık durumlarının, kahramanı olarak seçtiği insan tiplerinin
en uç davranışlarını, sahip olabilecekleri en abartılı zaafları anlatır.
Ustalığı da bu sefil yaşamları olabilecek en sıradan, en doğal şeyler gibi
anlatma becerisindedir. Dostoyevski kahramanlarının davranışlarındaki bu
tutarsızlıklar, kişiliklerinde barındırdıkları tüm çelişkiler ve zayıflıklar
birçok sıradan insanda da bir bir ortaya çıkar.
1821’de
Moskova’da dünyaya gelen Dostoyevski’nin çocukluğu sert, acımasız ve çoğunlukla
sarhoş bir baba ve ezilen bir anne, uşaklar ve köylüler arasında geçmiştir.
Merhametli ve duygusal bir çocuk olan Dostoyevski babasından hayatı boyunca
nefret etmiş, kitaplarında bahsettiği gibi babasını öldürme isteği de
duymuştur. Babasının muhtemelen köylüler tarafından öldürülmesinden sonra
Dostoyevski büyük bir suçluluk duygusuna kapılmıştır. Dostoyevski’nin epilepsi
hastalığı ve ilki Petersburg’da sokaktan geçen bir cenaze alayını gördüğü zaman
geçirdiği epilepsi nöbetleri bu zor çocukluğuna bağlanır.
Dostoyevski
“Budala” romanında epilepsi nöbetini şöyle anlatır: “O anda aklına gelen
şeylerden biri de sara bunalımlarıydı. Eğer sara nöbeti uyanıkken gelmişse, nöbetin
başlamasından biraz önce, içini kaplayan sıkıntının, tedirginliğin, bunaltının
arasında zihni bir anlık silkinmelerle canlanır, içinde büyük bir yaşama isteği
belirirdi. Bir şimek gibi parlayıp sönen bu kısacık sürede yaşadığını
hissetmesi, varolduğunun bilincine ermesi on kat artardı. Bütün benliği pırıl
pırıl aydınlanırken heyecanı, kuşkuları, tedirginliği yatışır; içini sevinç
dolu bir huzur kaplardı. (...) Fakat bu anlar, bu coşkunluk, sara nöbetinden
önceki son saniyenin (hiçbir zaman bir saniyeden fazla sürmezdi) sadece bir
önsezisi gibiydi. Ama dayanılmaz bir saniyeydi bu. Sonra kendine gelip de bu
saniyeyi düşündüğü zaman şöyle söylerdi: “Çevremdekilerin ve kendimin bilincine
varmadaki bu netlik, yani ‘başımın göklerde oluşu’ bir hastalıktan, normalin
çarpıtılmasından başka bir şey olamaz. Öyleyse bu durum yaşamın doruğu değil,
belki de uçurumun dibi sayılmalı.” Böyle düşünmekle birlikte sonunda şu çelişik
sonuca varırdı: “Kendime geldikten sonra anımsayıp gözümün önüne getirebildiğim
o bunalım öncesi an madem bu kadar tatlı, hoş; madem bu an bana daha önceden
tatmadığım, hatta aklıma getirmediğim doygunluk, çevreyle uyumluluk, huzur
duygusu veriyor; içimi derin bir yaşama umuduyla birlikte ibadet coşkunluğuyla
dolduruyor; öyleyse bunun bir hastalık, anormal bir gerginlik olmasının ne
önemi var.”
Bu anlatıma göre
Dostoyevski, “Budala”daki Prens Mişkin karakterinin sara nöbetinde hem ruhunun
en aydınlık yanını, hem de en karanlık yanını görmektedir. Bu durum hem umudu,
hem umutsuzluğu aynı anda barındırma çelişkisi olarak nitelendirilebilir.
Burada Dostoyevski bu çelişkiyi sara nöbetine bağlar.
Dostoyevski ve
epilepsi hastalığını ele alan başka bir yazıya göre; “Dostoyevski'nin yaşamını etkileyen
en önemli olaylardan biri de sık sık geçirdiği, kimilerine göre epilepsi (sara)
kimilerine göre Histeri nevrozudur (ya da her ikisidir). Bu nöbetlerin
nedenini, idam mahkumiyeti, sürgün, çocuğunun ölümüne bağlayanlar vardır.
Esasen epilepsiyi psikolojik şoklarla açıklama olanağı yoktur. Olsa olsa bu
şoklar epilepsiyi ortaya çıkarabilir. Ancak yazarda histeri hastalığı varsa bu,
aşırı baba baskısı ya da psikolojik şoklarla açıklanabilir. Dostoyevski'nin
yaşam öyküsü ile yapıtları arasında büyük bir benzerlik vardır. Başka bir
deyişle yapıtları, yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Örneğin babasını öldürme
dürtüsü "Karamazof kardeşler", cezaevi ve Sibirya sürgünü, "Suç
ve Ceza", kızının ölümü ile kendini kumara vermesi "Kumarbaz"
romanını oluşturmuştur. (1)
James L. Foy
&Stephen J. Rojcewicz tarafından kaleme alınan “Dostoyevski ve İntihar” başlıklı makaleye göre ise; “Dostoyevski
yazınında 17 karakterden fazlası kendini öldürmüş, diğerleri de intiharı
tasarlamış ya da intihara yeltenmiştir. Bunlardan bazıları, intiharları
dolayımlı yollardan verilmiş ana karakterlerdir. Diğerleri, intiharları bazen
romanın gelişimi açısından zorunlu, ya da aksiyonun en dış halkasını oluşturan
minör karakterlerdir. Dostoyevski’nin intiharı betimlemedeki dehası, ne intiharı
gelişkin bir edebi anlatımla sunarak ne de edebi geleneği altüst ederek
olmaktadır. Daha çok insanın durumunun derin ve bütünsel bir kavrayışı
nedeniyledir.”
Aynı makaleye
göre Dostoyevski; Petersburg kenar mahallelerinin yoksulluğunu, gizli bir devrimci
grubun gayretliliğini, sara hastalığının yarattığı keskin duygulanımları
yaşamış, idama mahkum olmuş ve Sibirya’da uzun yıllar kalmıştır. Kumar
kayıplarının umutsuzluğunu ve nihayet başarının doyumunu tatmıştır. Tüm bu
deneyimlerinden sonra, Dostoyevski’nin yazdıklarında yer alan intihar olgusunun
temelinde, ondaki intihar eğilimlerini anlamak sürpriz olmayacaktır. (2)
Yine “Budala”daki
kendi intihar mektubunu etrafındakilere kendisi okuyan, ancak intihar girişimi
başarısızlıkla sonuçlanan İppolit karakteridir. Üç haftalık ömrü kaldığını
öğrenen İppolit, bir makale ya da açıklama gibi okuduğu intihar notunda şöyle
der: “Doğmamak elimde olsaydı herhalde bu gülünç koşullarda dünyaya gelmeyi
kabul etmezdim. Gerçi reddettiğim yaşamın günleri sayılı ama hiç olmazsa ölmek
kendi elimde... Elimden gelen bu kadar, başkaldırmışım ne çıkar! (...)
Yaşam üç haftalık hükmüyle elimi kolumu kıskıvrak bağladığına göre, bana
yapacak tek şey kalıyor, o da intihar. Kendi gücümle başlayıp bitirebildiğim
tek iş bu. Kimbilir, belki ben de bir işte akla gelebilecek son olasılıktan
yararlanmak istiyorum. Bazen başkaldırma da önemli bir iştir...”
René Wellek, “Dostoyevski Eleştirisinin Tarihsel Seyri”
yazısında; Freud‘un Dostoyevski’nin sara hastalığını ve kumar tutkusunu, Oedipus
kompleksiyle ilintilendirdiği bir yazı kaleme aldığından, Freud’un, yazısının
ana ekseninin, babasının öldürülmesinden ötürü Dostoyevski’nin yaşadığı
travmayla Karamazov Kardeşler’in merkezi teması olan baba katilliğinin
kesiştiği varsayımına oturtmasından bahseder. Wellek’e göreyse, Dostoyevski’nin
sara nöbetlerinin kronolojisi karanlıkta kaldığı gibi babasının öldürülmesinden
ötürü suçluluk duygusuna kapıldığını kanıtlayan veya ima eden herhangi bir veri
yoktur. Dostoyevski için baba katilliği, toplumsal yozlaşmanın
semptomlarındandır.(3)
Bugünün bazı
hekimleri Dostoyevski’nin kendi hastaları olması halinde onu iyileştirmek
istemeyebileceklerini, sağlıklı ama, ortalama kabiliyetli bir insan için bir
edebiyat devini yere seremeyeceklerini söylemekteler. Dostoyevski epilepsi
hastası olmasaydı, bir “Budala” literatüre girmeyecek, ya da Raskolnikov
olmayacaktı. (4)
Son olarak,
Dostoyeski’deki intihar olgusu yazınından çok –yazınına da yansıyan- yaşamına
ve kişiliğine bağlanabilir. Acımasız bir babanın merhametli çocuğu, babasının
ezdiği annesi ve köylülerin yükünü “babasının ölümünü istemekle” üstlenen, sonrasında
kumar tutkusuna ve babasına benzeme korkusuna kapılan, idam mangasının
karşısına çıkıp idam hükmü yüzüne okunduktan sonra affedildiği bildirilen,
üstelik sara hastası olan bu yazarın tüm bu yaşadıklarının sonucunda ölüme bu
kadar yakın durmasının haklı nedenleri bulunabilir (P.Ö.).
Kaynaklar:
(1) http://www.kesfetkendini.com/News/kisilik/epileptikkisilik-12381/
(2) James L. Foy & Stephen J. Rojcewicz, Dostoyevski ve İntihar, Şizofrengi Kitabı, Çev: Yağmur Taylan, Kavram Yayınevi, Mart 1996
(3) http://www.notosoloji.com/dostoyevski-elestirisinin-tarihsel-seyri-rene-wellek/
(4) http://www.edubilim.com/forum/deha_ve_epileptik_kisilik-t6122.0.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder